Bir Komunist Eleştiri

- 5 mins

Bölüm 1

Aksamdan kalma bir cuma sabahıydı. Kendimi o kadar tembel hissediyordum ki ‚işe hiç gitmek istemiyordum. Hemen işyerini aradım ve “bugün evden çalışacağım” dedim. İş yerindeki görevli “tamam, zaten bu haftaki evden çalışma hakkını kullanmamıştın” dedi. Ben bir devlet personeliydim ve evet her devlet personelinin haftada 1 gün evden çalışma hakkı vardı ve bazı meslek grupları (benim gibi) evde çalışırken devlet işi yapmak sorunda değildi. Kendi hobi projelerimizle ilgileniyorduk.

Sabah kahvaltısını sevmesem de öğlene kadar sahilde yürümek istiyordum ve bu yüzden enerjimi depolamak zorundaydım. Dolaba baktım ve haftanın son iş günü olduğu için çok fazla bir şey yoktu. Çünkü devlet tüm personellere, tüm iş yerlerinde ücretsiz 3 öğün kahvaltı, bazı meslek grublarına bir kaç öğün fazla yemek veriyorduk. Sadece hafta sonları için aldıklarım da bitmişti. Hızlıca üzerimi giyinip manava gittim. Evet manav da devletindi, ve ordaki tüm personellerin devlet çalışanı ve bütün iş güvencelerinin olduğu gibi. Evet manavdaki tüm ürünlerde de organikti çünkü devlet fazla üretip kar etmek yerine yeterince üretip, daha kaliteli besinler veriyordu halkına. Oradan domates salatalık vs. alıp şarküteriye gittim. Orası da devletin iş yeriydi, diğer bütün çalışanlar gibi. Oradan ufak bir ezine peyniri aldığımı söyleyince çalışan saklama kabımı istedi, bende uzattım. Evet devlet sağlıksız olduğu için butun plastik, poşet gibi ambalajları yasaklamıştı. Parasını uzattım, aldım ve çıktım.

Eve dönüp hızlıca bir kahvaltı yaptıktan sonra sahilde ufak bir yürüyüşe çıktım. Haftaiçi olmasına rağmen gayet sakindi. Sadece sahildeki yalılardaki sendika ve yurtlara girip çıkanlar vardı. Evet sahildeki tüm yalılar ya sendika binası yada devlet yurdu dolmuştu. Çünkü işçiler ve öğrenciler bunu haketiyordu. Biraz yürürdükten sonra benim sendikanın binasına girdim. Bebek parkının hemen yanında ufak bir binaydı. Önceden Starbucks varmış sanırım burada, devrimden sonra bizim uyanık beyaz yakalı mühendisler hemen el koyup “burasını biz sendika yapcaz” demişler. Hoş, bu adamların sendikaya ihtiyacının olup olmadığı hala tartışılıyor ama arkasında güzel bir bahçesi var. Orada çay içmeyi çok seviyorum. Eskiden bunu yapanı linçliyorlarmış sanırım komünistler. Bu aralar kimsenin umrunda değil.

Özellikle buranın çayı da çok güzeldi, çünkü burada çalışan bir çocuğun babası Rize’de bir kooperatifte çalışan bir çiftçiydi ve baharda hasattaki ilk ürünlerden alıp getiriyordu. Evet çiftçiler kendi tarlalarında çalışıyor ve aynı zamanda bir kooperatif üyesi ve tüm işçiler gibi eşit sosyal haklara sahiptiler. Üstelik ürünlerini devlet yüksek fiyattan aldığı için sadece bir defa hasat yapıyor, bu yüzden özellikle Türkiye çayları çok lezzetli oluyordu. Aslında kooperatif çiftçileri bir anlamda toplumun kaymak tabasını oluşturuyordu. Bu yüzden bizim Rizeli de sendikanın gurmesiydi. Önceden bu işi beyaz yakalı filtre kahve tiryakileri yapıyormuş, Afrikada devrim olunca kahve fiyatı artmış ,Avrupa ve Amerikada bir anda insanlar kahveyi bırakmaya başlamış.

Sendika kafesinden bir bardak çay aldım ve hızlıca dışarıya çıkmak istedim. Fakat o anda sendikaya Kemalist bir çocuk girdi içeriye. Mühendis sendikalarında bu tarz liberalların olması gayet normaldı aslında. Kendisi ile bol bol tartışsak da komünist yönetimden dolayı benden biraz korkar, “haklısın yoldaş” der konuyu uzatmazdı. Ben de pek ciddiye almazdım zaten, onunla farklı görüşte olsak da tartışmak güzeldi, stres atmamı sağlıyordu. Ona hızlıca selam verip bahçeye çıkıp bir sandalye kaptım ve sahili izledim bir müddet.

Genel olarak yalnız yaşadığım için boş vakitlerimle insanlarla görüşmekten uzak dururdum. Biraz mesleki dezenformasyon biraz da taşrada büyümenin verdiği bir alışkanlık olsa gerek çok fazla sosyal ilişkiler kurmaktan hoşlanmazdım. Taşrada sosyal yönlerimi geliştirecek pek bir sosyal çevrem olmamıştı sanırım. Bi kaç bardak çay içtikten sonra kapı girişindekilere selam verip çıktım.

Biraz acıktığımı hissettim. İlerde bir aşevi vardı, ona doğru yürüdüm. Devlet herkese ücretsiz yemek veriyordu, devlet memuru olsun veya olmasın. Çünkü yaşamak, barınmak , beslenmek ve mutlu olmak her canlının vazgeçilmez bir hakkıydı. Hatta belli saatler çocuklu kadınların yemek önceliği vardı. Devlet özellikle kadınlara hem çocuk yapıp hem kariyer yapmaları için kreş veya aşevinden paket yemek alma gibi haklar vermişti. Direkt sırada önümüze geçip paket yaptırıp gidiyorlardı ve sıradaki sayı bazen fazla olunca yemek kalmıyordu. Dakikalarca yemek bekliyorduk.

Sıraya girip hızlıca yemek alıp alıp sessiz bir köşeye oturup yemeği yemeye başladım. Yemek yerken 4 kadın , 3 erkek bir grup geldi. Üniversitede öğrencisi olduklarını düşünüyordum çünkü hemen ilerde bir üniversiteki öğrenciler parkta dinlemek için bu tarafa gelir, yemek yiyip dönerlerdi. Tam düşündüğüm gibi çok fazla gürültülü konuşuyorlardı ve ben sessiz köşemde bundan çok rahatsızdım. Öğrenci olduklarını düşündüğüm için uyarmak istemedim ama bakışlarımla ruh halimi yansıtmak için onlara sert bir sekilde bakmaya başladım.

O anda aralarında en gürültücü olan kız dikkatimi çekti. Diğerlerine göre biraz iri kemikli, yuvarlak yüzlü, sarısın uzun saçlı bir kızdı. Zannediyorsam karşısındaki 3 kızla feminizm üzerine tartıma yapılarlardı. Zavallı erkekler de muhabbetten o kadar uzaklardı ki. Özellikle son dönemde gençler politik konularda çok fazla apolitiktiler. Komünizm ile toplumda genel bir refah artısı olsa da devrimin erkeklerin elinden çıkmış olması bir şekilde kadınların toplumun bu temellerini değiştirme isteğini değiştirmiyordu ve erkeklerin de bu konuyu pek de anlayabileceklerini düşünmüyordum. Uzun bir tartışmadan sonra bu topluluk ayrıldı aşevinden.

Sonunda kafamı dinleyebilmiştim. Yemeğimi yavaşça bitirip, aşevinden bir bardak çay alıp sahili izleme ritüelime devam etmek istedim. Cam bardakta aldığım için fazla uzaklaşmak istemedim, önüme ilk çıkan banka oturmak istiyordum. Etrafta da başka kimse kalmamıştı çünkü öğle molası bittiği için herkes işine gitmişti. Ama kötü bir sürpriz vardı. Aşevinin önünde bir tane bank vardı ve orada da az önce hararetli bir şekilde tartışan kız vardı.Bir elinde sigara, diğeri ile çayı tutup boğaz havasında elini ısıtıyordu sanırım. Bunu son 2 metre kala farketmiştim ve o anda yandan bir bakış ile bana bakmıştı. İlk başta biraz irkilsem de benim oturacağım bir yer olmadıgını anladı sanırım, sonra kibar bir şekilde:

– Buyrun oturabilirsiniz isterseniz, dedi

Ali Kemal Öcalan

Ali Kemal Öcalan

rss facebook twitter github gitlab youtube mail spotify lastfm instagram linkedin google google-plus pinterest medium vimeo stackoverflow reddit quora quora